18 Kasım 2015 Çarşamba

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMDE EN ÇOK KAZANAN KİM OLDU?

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMDE
EN ÇOK KAZANAN
KİM OLDU?



Sokakta üç kişinin konuşmasına tanık oluyorum. Biri diyor ki: “Başka ülkelerde bizdeki gibi hemen MR istemiyor doktorlar. Bizde çok isteniyor.” İkincisi: “Eeee tetkik başına para kazanıyor doktorlar.” Diğeri: “Hani nerde kaldı Hipokrat yemini” diyor.


Doktorları ayıplayıp giden bir konuşma sürüyor.
Anlaşılan o ki, sağlık sisteminin içinde bulunduğu durumun sorumlusu doktorlar.


Sanki 2003 yılından beri yürütülen sağlık reformunun en güçlü ayaklarından biri “hastanelerin özerkleştirilmesi” değilmiş gibi…


2000 öncesi dönemle karşılaştırınca hastanelere başvuru üç kat, yatan hasta sayısı 2.2 kat artmış durumdadır. Birileri bu durumu, sağlık hizmetlerine erişimin artması olarak tanımlayıp, bunu seçim malzemesi haline getirmedi mi? Getirdi.


TÜİK’in Sağlık Araştırması’na göre son bir yılda uzman hekime başvurma ihtiyacı olduğu halde başvurmayanların oranı yüzde 13’tür. Bu kişilerin üçte biri ise, başvurmama nedenini “ödeme güçlüğü (Çok pahalı olması ya da SGK’nin karşılamaması)” olarak belirtmektedir. Demek ki tam olarak böyle bir şey yok, sağlık hizmetinden yararlanmayan bir kesim hâlâ var.


Biraz daha derinleşip hangi hastanelerin başvurusu daha çok artmış diye bakınca, sağlıkta özelleştirmenin sonucunu görüyoruz: Sağlık Bakanlığı hastanelerine başvuruda 2.5 kat, üniversite hastanelerine 3.4 kat ve özel hastanelere ise tam 12.5 kat artış var. Uzun lafın kısası, 1990’larden beri Özal’ı Demirel’i Çiller’i dahil bir çok politikacının bir hayali olan “sağlıkta özelleştirme” son 15 yılda gerçek olmuştur!


Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın “hastane reformu”, kamu hastanelerinin de özel işletmeler gibi yönetilmesini kapsıyordu. Ve o da gerçek oldu. Bugün baktığımızda bir devlet hastanesinin özel hastane gibi kâr etme derdinde olduğu görülür.
Yine rakamlara bakalım: 2000 yılı öncesi dönemde Sağlık Bakanlığına başvuran yaklaşık 100 kişiye bir bilgisayarlı tomografi çekilirken 2013 yılında her 38 kişiye çekilir olmuş. Bu tabloyu sağlık hizmetlerine ulaşma ile mi açıklayalım yoksa işletme haline gelmiş hastaneler, müşteri haline getirilmiş hastalar ile mi?
Özetle, daha çok hasta olup, daha hızlı iyileşiyoruz, daha çok tetkik yaptırıyoruz, daha çok ameliyat oluyoruz vs. Yani sağlık sektörü, günümüzün bacasız fabrikaları.


Kamu hastanelerini rekabete zorlayan, işletmeleştiren ayrıca sağlık personelinin (Hekimler başta olmak üzere) ödeme sistemini performansa bağlayan bir sağlık sistemi kuruldu. Bütün bu çabalar sonucu kazanılan paranın yine de hastanelerin ayakta kalması için yeterli olmadığını görüyoruz.


Hastanelerde, selam vereni, yoldan geçeni, tetkik almaya gelenin-gidenin hastane başvurusu olarak kaydedilip, sağlık hizmetinin tüketiminin kışkırtıldığı bir ortam var artık. Hem kamu hem de özel hastanelerde yapılan gereksiz tetkikler ile hem halka radyasyon saçan hem kamu kaynaklarını çarçur eden hem de vatandaştan katkı payı, özel hizmet farkı vb. şekillerde cebindeki parayı alan bir sağlık sisteminden bahsediyoruz.


SGK, bu ortamda en kritik kurumdur. Zira bu bacasız fabrikaların temel finansörü SGK’dir. Harcanan halkın parasıdır. SGK’nin sağlık harcama yükü giderek artarken olması muhtemel şeylerden biri, 5510 sayılı Yasa’daki “temel teminat paketi” kapsamının daraltılmasıdır. Bu da ekonomik nedenlerle hizmetten yararlanamayan kesimleri artıracaktır.


Ortada bir akılsızlık olduğu açık ve net görülüyor. Ne performansın ne işletmelerin olmadığı bir yerde, SGK’nin bugünkü harcamaları ile daha iyisi yapılabilir. Üstelik hastanın cebinden daha az katkı payı çıkması, sağlık çalışanlarının daha nitelikli hizmet verebilmesi mümkündür. Bir tek koşulla, birilerinin pek kıymetlisi “hastane patronları”nı devreden çıkartarak.

Prf.Dr. Nilay ETİLER

Hiç yorum yok:

KAYBOLAN SADECE VEFA DEĞİL